Yozgat'ta yapış sıcak bir hava. günlük işlerimi bitirip ağır aksak eve doğru yola koyuluyorum. evin içinde bir telaş hakim. kimi kokular sürülmüş, ağda için mutfağın bango'suna yatırılmış limon-şeker karışımı yapışkan ve kıllı olmasına rağmen ölü gibi duran macun,
sırayla banyo'ya girmekte olan ev halkının telaşesi ve banyodan yeni çıkmış, bacak bacak üstüne atmış salonda serinleyen kızımla karşılaşıyorum. meğer akşam bizim hanımın halasının oğlunun düğünü varmış. kızlarımdan büyük olan sümeyye'ye soruyorum;
- ne bu hal?
- akşam düğün var babiş diye cevaplıyor evin içinde babasına rağmen yarı çıplak bacak bacak üstüne atan sümeyye.
fazla konuşmadan derhal dışarı atıyorum kendimi. bir yandan mübarek ramazan ayında düğün mü olurmuş diye bağırıyor, bizim hanımın halasının oğluna söverek yola koyuluyorum. kesin kararlıyım. akşam o düğüne gidilmeyecek. çünkü biliyorum bizim hanım ve kızlar düğüne vardıklarında, sahneden inmez bütün gece deli gibi dans ederler.
yardımcılığını yaptığım tüftülüğün merkezde bulunan binasına gidiyorum. tüftülük; sadece yozgatta değil ülkenin her yerinde bilinen ve bir rivayete göre başlamış geleneksel bir oyunun adı. ince bir hortumun içine sokulmuş bilyeyi üfleyerek rakibinin kafasına attığın boktan bir oyun. pek kafam almasa bile bi şekilde yardımcılığına getirildiğim tüftülüğün tanıtımına ve doğru yapılmasına ön ayak oluyorum. aslında kimsenin anladığını zannetmiyorum ama müdür yardımcısı olarak oyun içi bazı kuralları işime geldiği gibi esnetiyor, kimini genişletiyorum. kimse sesini çıkarmıyor.
işim falan yok, şekerim özellikle her yıl olduğu gibi bu aylarda da yüksek olduğundan oruç tutamuyorum. müdürüm kıl herifin teki ve bana ''şekerin de hep bu aylarda yükseliyor'' diyerek bıyık altından gülümsüyor. kıl işte n'olcak! sanki kendisi oruç tutuyor da bi de bana laf atıyor...
göt kadar odama kuruluyorum. klimayı sonuna kadar açıp, çaycı kızı aramak üzere telefona sarılıyorum. bu aylarda dışarıda çay yada meşrubat içmek namümkün olduğundan, sık sık ofisime gelip çayımı kahvemi burada içiyorum. tabii birde çok aşırı sempatik çaycı asumanı her defasında görmüş olmak beni mutlu ediyor. telefonu kapatmadan evi arıyorum. sümeyye çıkıyor telefona.
- anan çıkmadı mı banyodan?
- çıktı.
- versene telefonu!
- aman iyi be! diyerek anasını ahizeyle buluşturuyor, en sevmediğim ve üç kızımdan en büyüğü sümeyye.
akşam düğüne gidilmeyeceğini belirten kısa bir konuşmamın ardından, sen istersen gelme biz gidiyoruz cevabını almam ve telefonun ahizesinin kırılırcasına yüzüme kapanması bir oluyor. o telefona geçen ay 150 tl ödediğimi bilmedikleri için çat çut diyerek kırarcasına sağa sola vurabiliyorlar. neyse ki bu telefonun faturasını tüftülük müdürlüğüne ödettiğimi de henüz bilmiyorlar.
kapı çalıyor. içeriye, vücudunu daracık kıyafetlerle sarmalamış, kırmızı ruju kırmızılıkan kızarmış asumanın her zaman ki güler yüzü giriyor. ben kalça ve göğüslerinin çıkıntı bölgesine bakarken, çayımı masamın üstüne bırakıyor asuman. aslında çayı değil de kendisini masamın üzerine bıraksa diye hayal ediyorum. o narin sesi bu hayalimi ansızın bölüyor.
- afiyet olsun.
- senin elinden zehir olsa bana afiyet olur asucuğum, diyerek gözlerinin içine bakıyorum.
bu iltifatıma şaşıran asuman, konuyu değiştirmek için akşam ki düğünden bahsetmeye başlıyor
- akşam sizde düğüne geliyorsunuz değil mi ?
- he gelecem asumanım ya.
- neden öyle dediniz?
- bizim hanımın halasının ibne oğlunun düğünü, şimdi gitmezsen olmaz
- anladım diyor gözlerini süzerek bakan asuman.
- sende düğünlerde oynar mısın asumanım?
- elbette müdürüm, düğüne oynamaya gidiyoruz diyerek şuh bir kahkaha atıp kalçasını sallaya sallaya dışarı çıkıyor, az önce masamın üzerine yatırarak oynaştığımı hayal ettiğim asuman.
masamın üzerinde duran çaydan bir yudum alarak; ilçenin gazetecisi orhanı arıyorum. kısa bir konuşma yapıyoruz. orhan temiz bir çocuk, temiz olduğu kadar da saf. konuyu acilen düğün konusuna getiriyorum. zaten pek fazla ve ilginç haber bulamama sorunu yaşayan orhana yaz diyorum. eşi-kızı düğünde oynayan deyyustur!
0 yorum :
Yorum Gönder